Bahar dalımın yegâne meyvesiydin sen
Gönlüme cennetten bir tad oldun
Sonra ne oldu da çıktın mabedinden
Aşkımdan döndün de mürted oldun.
11 Aralık 2014 Perşembe
7 Aralık 2014 Pazar
6 Aralık 2014 Cumartesi
YUVA
Geçip gitti genç ömrümün seher vakti
Gönlümü Uyandıracak saati kuramadım
Bir bahar güneşi doğmadı hiç üstüme
Kalbimi bir cemreyle kavuramadım
Çağladı dü çeşmim berrak bir sel olup
Zemherir peşime düştü ecel olup
Bembeyaz şakaklarımdan bir yel olup
Zamansız yağan karları savuramadım
Arttı yıllardır melalim an be an
Sevincim ömrümün neresinde nihan?
Rabbim bu çölde beni etti imtihan
Ben mecnun olup sözümde duramadım
Ya râb, hüznüm misafirin, lütfun bana
Ben ona sevdalıyım, o da meftun bana
Lakin ummanından bir katre sun bana
Şu fanide bir sıcak yuva kuramadım.
Gönlümü Uyandıracak saati kuramadım
Bir bahar güneşi doğmadı hiç üstüme
Kalbimi bir cemreyle kavuramadım
Çağladı dü çeşmim berrak bir sel olup
Zemherir peşime düştü ecel olup
Bembeyaz şakaklarımdan bir yel olup
Zamansız yağan karları savuramadım
Arttı yıllardır melalim an be an
Sevincim ömrümün neresinde nihan?
Rabbim bu çölde beni etti imtihan
Ben mecnun olup sözümde duramadım
Ya râb, hüznüm misafirin, lütfun bana
Ben ona sevdalıyım, o da meftun bana
Lakin ummanından bir katre sun bana
Şu fanide bir sıcak yuva kuramadım.
HÜLÂSÂ
Sanma ki hâla bıraktığın gibiyim
Eski hâlimle bugünümü girme kıyasa
Beni attığın ateşi suya döndürmedeyim
Lakin kul İbrahim değil, ateş devasa
Geçirir mi diye acep gönlümdeki izi
Utandırdım secdeye varacak dizi
Görsen kardeş sanacaklardı bizi
Şeytan ile girdim yakın temasa
Döndüm, fânînin keyfinden ıradım
Gönül keşfiyle cihanı taradım
Yana yakıla sensiz bir cennet aradım
Hüznümden azık yaptım, ümidimden asa
Zaman çare olmadı gönlümün derdine
Yolum hiç düşmedi saadet yurduna
Sen nasıl hiç bakmadıysan ardına
Benim de bir istikbâlim yok hülâsa
Eski hâlimle bugünümü girme kıyasa
Beni attığın ateşi suya döndürmedeyim
Lakin kul İbrahim değil, ateş devasa
Geçirir mi diye acep gönlümdeki izi
Utandırdım secdeye varacak dizi
Görsen kardeş sanacaklardı bizi
Şeytan ile girdim yakın temasa
Döndüm, fânînin keyfinden ıradım
Gönül keşfiyle cihanı taradım
Yana yakıla sensiz bir cennet aradım
Hüznümden azık yaptım, ümidimden asa
Zaman çare olmadı gönlümün derdine
Yolum hiç düşmedi saadet yurduna
Sen nasıl hiç bakmadıysan ardına
Benim de bir istikbâlim yok hülâsa
AHVÂL
İzaha lüzum görmüyorum ahvalimi
Var benim elbet kendimce esbâbım
Sormayın siz, mühürledim dilimi
Derdim günahım, sükutum nikâbım
Genç ömrüm bugün bana ahir oldu
Ne umdum hayattan, ne zahir oldu
Aldığım her nefes böyle zehir oldu
Küflendi ekmeğim, ağuladı âbım
Hep bekledim bir an yüzüme gülsün diye
Ben üzüldüm biraz felek üzülsün diye
Dertler üstümden tel tel dökülsün diye
Tahayyül ettiğim hayat, şimdi serabım
Su gibi, kaynağından içtim efkârı
Fethettim adına hüzün denen diyârı
Gücendirdim isyanla sevgili yârı
Gök kubbe altında, kalmadı sevabım
Ahmak
Gençliğimi haraç mezat sattım kedere
Varsın eller buna kar yapmak desinler
Aşk yolunda ödediğim onca bedele
İsterse de bir kula tapmak desinler
Tükettim yoluna ömür denen sermayeyi
Saadet hazinenden almadan bir payeyi
Terk ettim senden gayrı her gayeyi
İsterse yolundan sapmak desinler
Gülmüyor yüzüm, kararmış bahtım
Çividen yapılmış sanki gönül tahtım
Ölürsem sensin içimde kalan ahdım
İster defnederken ahmak desinler
Sekte-i Kalp
Gözlerimin önünden akıp gidiyor ömrüm
Mevsimler dönüyor zamanım durmuyor
Gönlüme tercüman olmaktan uzak dilim
Sayıklıyorum adını, hezeyanım dumuyor
Hicranın içimden çıkacak sanıyordum
Hayat benim de yüzüme bakacak sanıyordum
Göz yaşlarım son kez akacak sanıyordum
Kurudu göz pınarım, giryanım, durmuyor
Değmesin diye gölgen kalktım göç ettim
Umudumu düşlerimi, hasretinle hiç ettim
Gençliğimi yolunda harcadım piç ettim
Sol yanımda inatla atanım durmuyor
KORKUYORUM
Kaç zamandır sana soracağım hatırını
Lakin edeceğin izahtan korkuyorum
Duyarım diye hicranın en beterini
Bahsedeceğin o nikahtan korkuyorum
Yüzündeki tebessüm durur mu yerinde
Meltemler eser mi hâlâ yorgun serinde
Sen anlattıkça belki de çok derinde
Edeceğim feryattan, eyvahtan korkuyorum
Belki öfken dinmedi, yüreğin kırgın
Belki bana belki kadere hala dargın
Çekersen diye tetiği belki ansızın
Dilindeki namlusuz silahtan korkuyorum
Anlatsam sergüzeştimi, neler geldi başa
Acır mısın bağrıma bastığım o taşa
Hangi badireler getirdi beni bu yaşa
Ağzından çıkacak 'mübahtan' korkuyorum
Kalmadı gönlümün ümidi istikbâle
Uğramadı ömrüm seninki gibi ikbâle
Her gece bir çare arayıp da bu hale
Çaresiz uyanacağım sabahtan korkuyorum
İstemem incitmeyi, ruhunun ahengini
Bulmuşsundur nasılsa gönlünün dengini
Hatırlatacak diye bahtımın rengini
Gözlerindeki koyu siyahtan korkuyorum
Varsın gönlün silmiş olsun hayalimi
Gönlüm kaldırır bu büyük mezalimi
Ama aklıma geliyor, andıkça halimi
Ettiğin o samimi ahtan korkuyorum
Bana senden sonra hiç gülmedi kaderim
Terk etmedi yakamı, o ezeli kederim
Gelse dilimden her gün isyan ederim
Lakin gireceğim büyük günahtan korkuyorum
KUL
Ben sana can pazarında kul idim
Keşke beni üç kuruşa satsaydın
Değersiz bir eşya gibi, hor görüp
Aşkımı da bir kenara atsaydın
İçimde akan sevda nehri sendin
Ömrümün miadı, dehri sendin
Aşk ummanında yüzen bahri sendin
Keşke aşka gömülüp de batsaydın
Tutmadın eş diye bir gün salımdan
Döndürdün kalbimi saadet yolundan
Kırıp getirdiğim o bahar dalımdan
Gençliğimi bir kez olsun, tatsaydın
Madem gidecektin bir gün ansızın
Madem ağır geldi yürekteki sızın
Çıktığı gibi bir evden hırsızın
Yüreğimin kapısını kapatsaydın
Toprak evladının evi, hazır içinde
Ne gam olsaydım şimdi kabir içinde
Öderdim borcumu belki huzur içinde
Son nefeste elimi sen tutsaydın
BIRAKIN
Yalan gözlerinde saadeti gördüler
Yıkansın şimdi gözlerim bırakın
Anlatayım beni nasıl öldürdüler
Tıkansın varsın sözlerim bırakın
Ruhumu teslim ettim rabbimmiş gibi
Bir parça huzur istedim haddimmiş gibi
Secde ettim önünde beş vakdimmiş gibi
Utansın varsın dizlerim bırakın
Bir gözyaşına şemsi yerle yeksan ettim
Arşı istedin de, hangi yıldızı noksan ettim
Sen geçmedin cefadan, ben ihsan ettim
Dökülsün varsın gizlerim bırakın
Kaldı sanma artık o demlerin hatırı
Hatıraların inan kabusların en beteri
Yırt at sana yazdığım o üç beş satırı
Silinsin varsın izlerim bırakın
EDEP
Sanma ki kurtuldum kahr-ı hicranından
Dilimi lâl eyleyen yalnız edeptir
Bin hatıra durur o çağın her anından
Ki hepsi hâl-i perişanıma birer sebeptir
Uçtuysa yüreğin bir yaban diyâre
Adadıysan ömrünü başka bir yare
Sergüzeştim okuma sakın ağyare
Ağyâr ki bir eli kanlı tabiptir
Sen sen ol aşkın yolundan şaşma hiç
Dolsan da hüzünle bir damla taşma hiç
Gül eğlen ellerle yüzünü asma hiç
Bana bir avuç toprak, bir selvi tâliptir.
Sineme sakladım artık ben hayalimi
Gönlüm kaldıramadı bu büyük mezalimi
Arza lüzüm da yok gerçi ya ahvâlimi
Gönlümü şair eden bu büyük azaptır
DÜŞ
Her gece düşümde yok senden gayrısı
Gel deyip kollarını açar gibisin
İlâhî ışığınla kör edercesine
Ruhuma nurlarını saçar gibisin
Bazen uyanırım kan ter içinde
Bir selvi dibi bir mermer içinde
Daha çıkmadık bir can var içinde
Göğsümü yırtıp açar gibisin
Hâlime gülmekten ar da etmiyorsun
Memnuniyetini sır da etmiyorsun
Rûz-i mahşer için kar de etmiyorsun
Necasetini ağzıma sıçar gibisin
3 Aralık 2014 Çarşamba
2 Aralık 2014 Salı
YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN TEK GERİ ADIMDA MUTLULUK
Uzun süredir çevremdeki mutlu insanları inceliyorum. Hepsinin ortak noktasını bulup mutluluğun formülünü tespit etmek niyetindeyim. Bu arazi çalışmasını yaparken herkesin önce sağlık durumlarına, maddi durumlarına, birlikteliklerine, başarılarına odaklandım. Bu önemli sandığım noktaların hiç birinin ortak olmadığını gördüğümden beri bu içsel araştırmamı farklı yönlere kaydırmam gerektiğini düşündüm. Malum, mutlululuğun anahtarının sevgi olabileceği dillere pelesenk olmuş durumda. Tüm kişisel gelişim kitapları bunu yazar. Fakat bu benzinliklerde satılmaktan ötesini hak etmeyen kişisel gelişim kitaplarının yazarları neyi sevmenin mutluluk getirdiğinden pek anlamazlar. Hâl böyle olunca, sevginin 'the edilgen' ini kendim bulmak istedim. En yakın dostlarımı bile hiç fark ettirmeden birçok testten geçirdim. Vardığım sonuçlar ilginç ve üzücü oldu.
Bir şeyi sevmek için ona hüsn-ü zân ile bakmak gerek. Kusurlarını görmeden, eleştirmeden, altında bir neden aramadan sevmek gerek. Peki bu mutlu insanların hüsn-ü zân mekanizmaları nasıl işliyor? Herkesle kavga edebilen, herkesi kırabilen, herkesi eleştirebilen bu insanların hüsn-ü zân huyları var mı gerçekten? Elbette var, fakat nasıl?
Gözlerimizde kataraktla hiç alakası olmayan bir perde var. Bu perde yalnızca aynaya baktığımızda, yahut soyut olarak kendimizi değerlendiğimizde devreye giriyor. Bu perdenin en belirleyici özelliği kalınlığı. Kimisinde siyah kadifeden yapılmış gibi, kimisinde beyaz tülden. Dünyada manevî nasibiniz ne kadar çoksa perdeniz o kadar inceliyor. Nasibi az olanların perdesi ise zamanla siyah bir duvar oluveriyor. Her şeyi eleştirebilen, hüs-ü zân için erişilmesi zor kriterler yaratan gözlerimiz, değerlendirilen kendimiz olduğunda söz konusu perdenin arkasında kalıyor. Perdesi kalın olanlar kendilerini eleştirecek kadar göremiyorlar. Bu yüzden kendilerini kusursuz ve mükemmel görmeye başlıyorlar. Bu perde bir müddet sonra duvara, duvar sıra dağlara, sıra dağlar ise iyice büyüp 'ene'ye dönüşüyor. Ene, yani modern tabiriyle ego, tüm müspet felsefi ilkelerin insandaki izdüşümünü silip 'diğerlerinden üstün olmak' fikrini kölesi seçtiği insanın beynine yerleştiriyor. Bu da insana olması gerektiğinin üstünde ve farklı yönde bir özgüven sağlıyor.
Peki 'ene'nin kölesi olan insan ne yapıyor? Bu insanların en büyük özelliği her zaman en iyisini hak ettiklerini düşünmeleridir. En yetkili makamlar onların olmalıdır. Kamu alanında en ufak bir hakkı yendiğinde kıyameti koparan, garson siparişi yanlış getirdiğinde emekçiyi azarlamaktan zevk alan, telefondaki müşteri temsilcisiyle kavga eden, kendi park yerinde başka bir araç gördüğünde sinir krizi geçiren onlardır. Ene'nin bitmeyen isteklerini yerine getirmek, bir başka deyişle efendisine hizmette kusur etmemek için kendine batırılan iğne ucu için kılıcını sallamaktan çekinmeyen bu insanların en büyük özelliği, mutluluk ortalamalarının çok yüksek olmasıdır. Efendilerinin telkiniyle kendilerini dünyanın en değerli varlığı kabul etmeleri, anlamsız fakat mutlu bir hayat sürmeleri için büyük bir unsurdur.
Gelelim perdeleri tülden olanlara. Bu insanlar kendilerine eksik nazarla bakabilen, daha realist ve daha mutsuz insanlardır. Hayatları daha anlamlı fakat daha zordur. Pembe bulutlarla kaplı olmayan semaları onlara yıldızları görebilme imkanını sunar. Bu da acziyet bilgisini getirir. Acziyet bilgisi bilgilerin en kesini, en anlamlısı ve aynı zamanda en karamsarıdır ayrıca tevâzûnun da temelini oluşturur. Kalın perdeli ene kölelerin aksine, bu insanların tevâzûları toplumsal bir etik öğretisi sonucunda değil acziyet bilgisinin içselleştirilmesiyle gelişir. Ene köleleri, tevâzû sahibi tül perdelileri aşağılamaktan, onlara üstünlük kurmaya çalışmaktan ve onların saygısını zorla yahut türlü samimiyetsizlik oyunlarıyla kazanmaya çalışmaktan büyük haz alırlar. Çünkü mutluluk onlar için eroinden daha ciddi bir bağımlılıktır ve mutluluğu elde etmek için çıktıkları yolda 'ahlak' bir kriter değildir.
Öyleyse yaşasın tam bağımsız mutsuzluğumuz.
Mutsuzluk pahasına perdelerimizi inceltebildiğimiz yıldızlı gecelere..
03.12.14
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)